İMAM HÜSEYN’İN (as) ‘MİNA’ NUTKU
Ey insanlar! Allah’ın, kendi velilerine ‘Ahbar’ı (Yahudi din bilginlerini) kınama yolu ile verdiği öğütten ibret alın! Allah buyuruyor ki: Rabbanileri ve Ahbarlan, onları, günahkarca sözlerinden ve haramyiyicilikten men etselerdi ya! Gerçekten de, düzüp-kostukları ne kadar çirkin!” (Maide: 63). Ve yine buyuruyor ki: “Ben-i Đsrail’den küfre sapanlar la’netlendiler… Gerçekten, yaptıkları ne kadar kötüdür onların!…” (Maide:78-79). Gerçekte Allah, onları su yönden kınamaktadır ki; ulmedenlerin çirkin islere ve bozgunculuğa giristiklerini gözleri ile gördükleri halde, onlardan elde ettikleri yararlara olan rağbetleri yüzünden ve onlardan korkmalarının da etkisi ile önlemeye kalkısmıyorlardı. Oysa Allah, buyuruyor ki: “Đnsanlardan korkmayın, benden korkun!” (Maide: 44). Ve yine buyuruyor: “Erkek ve kadın mü’minler, birbirlerinin yardımcısıdır, birbirlerine ma’rufu emrederler, münkerden de nehy ederler!” (Tevbe: 71). (Görüyoruz ki, bu ayette mü’minlerin nitelikleri belirtilirken) Allah, ‘Emr-i Bil-Maruf ve Nehy-i An’il-Münker’den baslamıstır; ilk olarak bunu vacib saymaktadır. Zira, Allah ‘a ma’lumdur ki; ‘Emr-i Bil’-Maruf ve Nehy-i An’il-Münker’ vazifesi yerine getirildiği takdirde, toplumda hakim kılındığı takdirde, farz olan’ sey, kolayından zoruna kadar toplumda yerini bulur. Bu da, su sebepten ileri gelmektedir ki: ‘Ma’rufu emretmek ve münkerden nehy etmek’; ‘Đslam’a Davet’ten (Yani, itikad açısından dıs âlemde cihad), buna ek olarak da, zulüm görenlerin haklarını onlara iade için savasmak, zalime karsı koymak, umumî servetlerin ve ganimetlerin Đslam’ın adilâne kanununa göre dağıtılması için çalısmak, sadakaları (zekatı ve diğer bütün vergileri) yerli yerince alıp tam yerine ulastırmak demektir!… Ayrıca; Ey topluluk! Ey ilim ile ve alim olmak ile söhret bulmus ve hayır ile yad edilen topluluk!…; Hayır-hahlık, öğüt vericilik, yol göstericilik ile toplumda tanınmıssınız. Halkın gönlünde, Allah için ululuk kazanmıssınız!… Öyle ki; güçlü kisi sizden korkmakta, güçsüz olan sizi ululamakta, sizin üst olmadığınız ve ona karsı güç bulmadığınız kisi, sizi kendisinden üstün saymaktadır; elde ettiği ni’metleri kendinden esirgeyip size sunmaktadır. Đstekte bulunanın (umumî hazineden) ihtiyacı karsılanmayınca, siz aracılık edersiniz. Yolda padisahların heyeti ve büyüklerin ululanması ile yürürsünüz! Acaba, bütün bu saygıyı, sizin Allah’ın kanununu icrâ etmek için gayret göstereceğinizin umulmasından dolayı görüyor değil misiniz?… Oysa, Allah’ın kanunlarından bir çoğunu icrâda gevsek davranmakta, gerekeni yapmada kusur göstermekte değil misiniz? Mesela; ümmetin hakkını istihfaf ettiniz (küçümsediniz). Zayıfların hakkını zayi ettiniz. Kendinize ait zannettiğiniz hakları ise talep ettiniz. Ne mallarınızla fedakârlık ettiniz, ne de canınızı onu yaratanın yolunda tehlikeye attınız, ne bir zümre ile Allah için düsmanlık ettiniz. Siz, cennetini, Peygamberi ile komsuluğu, azabından emin olmayı Allah’tan dilemektesiniz. Ben; ey Allah’tan böyle bekleyisleri olanlar! Onun gazabının size inmesinden korkarım. Çünkü; Allah ‘in azâmeti ve izzeti sayesinde yüce bir mevkiye eristiğiniz halde, Đlâhî irfan sahiplerine saygı göstermiyorsunuz! Oysa siz, Allah sayesinde Allah’ın kulları arasında saygı görmektesiniz. Yine, su sebeple sizin için korkarım ki; Allah’ın ahdlerinin (Allah’a karsı taahhüdlerin) nakzedildiğini-bozulduğunu gözünüzle görürsünüz de kaygılanmaz, sikâyet etmezsiniz. Oysa, babalarınızın alacaklarının bir parçası için kaygılanır, sızlanırsınız!… Peygambere (as) karsı taahhüdler de küçük görülür; körler, dilsizler, kötürümler her beldede bakımsız-bakıcısız kalır da, onlara acıyan olmaz. Ne kendi mertebenize uygun davranır, ne böyle davrananlara yardımcı olursunuz. Dalkavukluk ve çesitli düzenlerle, zalimler karsısında kendinizi güven altına alırsınız. Bütün bu hususlarda, Allah size böyle davranmanızı yasaklamıs ve birbirinizi uyarmayı buyurmus iken, gaflet içinde kalırsınız. Sizin musibetiniz herkesten büyüktür. Çünkü; bilginlik makam ve mertebesi sizden alınmıstır. Oysa; gerçekte islerin yönetimi, kuralların yürütülmesi, hükümlerin infazı Allah için alim olan, helal ve haramı bilmede güvenilir kisilerin elinde olmalı idi. Siz, bu mertebeden yoksun kılındınız, bunun da hakta tefrikaya düsmenizden (tslamî gerçeği-Đlâhî hükümleri anlamada elbirliği sağlamadığınızdan,), sünnette de ihtilaflarınızdan baska bir sebebi yoktur; üstelik size, ap-açık delil geldikten sonra!… Eza ve cefaya tahammüllü erler olsaydınız, Allah yolunda sıkıntılara göğüs gerebilir olsaydınız; isler size sunulur, sizden sadır olurdu, islerin mercii siz olurdunuz. Fakat; siz, zalimlere bu makamı sizden almalarına fırsat verdiniz, Allah’ın islerini (Đlâhî kurallara uygun olarak yönetilmesi gereken hizmetleri), bilgisizcesine-süphelerle is görenlerin ve sehvetlerine uyarak hareket edenlerin ellerine teslim ettiniz. Onların hükümete tasallut edebilmelerinin mayası, sizin ölümden kaçmanız ve geçici dünya yasayısına ihtirasınızdır. Siz bu durumunuz ve tutumunuz ile, zayıflar zümresini bu zalimlerin pençesine teslim ettiniz, ta ki, biri köle olsun-ezllsin, diğeri bir lokma ekmek pesinde bunalsın! Onlar da (zalimler de), diledikleri gibi ülkede hüküm sürsünler, saltanat çukurunda kulaç atsınlar, sehirlere uysunlar, günahkar zorbalar cü ‘ret bulsunlar… Her beldede onlardan bir hatib minberde olsun, ülkeyi perisan kılsınlar, elleri ülke üzerinde her yere uzansın. Halk, onların kölesi gibi olsun, kendilerini savunma güçleri bulunmasın. Yöneticilerden birisi cebbarı anid (kinci-zorba-kötü düsünceli ve inatçı bir diktatör) olsun, diğeri zayıfları ezsin, onlara zorbalık ve sertlik göstersin; diğeri, ne Allah ‘ı ne de ceza gününü tanısın!…; Hayret!… Nasıl sasılmasın bu islere ki toplum, zalim ve hilekâr bir kisinin eline düsmüs, vergi me’muru zulmedici, valileri mü’min halka sefkatsiz ve acımasız! Đhtilafa düstüğümüz konuda, hükmedici Allah ‘tır ve aramızda kesin hüküm vericidir… Allah ‘ım! Süphesiz Sen bilirsin; bizden sadır olan sey (yani, Emevi teskilatına karsı giristiğimiz mücadele), elimize siyasî güç geçirme rekabeti değildir, servet ve ni’metlerinin fazlasını, artanını ele geçirmek de değildir!.. Dininin aydınlık ilke ve yöntemlerini göstermek, beldelerini ıslah etmek, zulüm gören halka güven sağlamak, böylece; ferâiz, sünen ve ahkâmının icra edilmesine (koyduğun kuralların yürümesine) yol açmaktır!… İmdi (Ey Bilginler!,) bu hedefte bize yardımcı olursunuz, hakkımızı size zulmeden ve (Allah’ın) nuru(nu) söndürmeye çalısanlardan alırsınız. Allah size yetisir, biz O’na tevekkül ettik, O’na yüz çevirdik, (yazı) O’nun elinde, dönüs de O’nadır!…” (İslam Fıkhında Devlet: 131-136)