Ehl-i BeytKur'an'da Ehl-i Beyt

Esbat ve Nukeba Ayetleri

“Esbat ve Nukeba Ayetleri”:

“Biz, İsrailoğullarını ‘oniki’ esbata (torunlara), o kadar da ümmete (kollara-topluluklara) ayırdık. Kavmi, (Musa’dan) su istediği zaman ‘asanı taşa vur!’ diye vahyettik ve ondan ‘oniki pınar’  kaynayıp aktı!… İnsanların her kısmı (her kolu) su içecekleri yeri iyice be!ledi…”[A’raf(7):160 ][1] Ayet-i kerimesinin tefsiri sadedinde ve son taallukatı hususunda vârid olan şu hadis-i şerif, câlib-i dikkattir:

“Hüseyn, bendendir! Ben de, Hüseyn’denim” Allah(cc)’ı seven, Hüseyn’i sever! Hüseyn, ‘esbat ‘tan (torunlardan) bir ‘sıbt’tır (torundur)!… “[2] ve daha önce kaydettiğimiz;

“Andolsun ki, Allah (cc), İsrailoğullarından misak almıştı. İçlerinden ‘oniki nukeba’ (naibler-nakibler-halifeler) ba’s etmiştik (çıkartmışık)… [Maide(5): 12]. İle; “… Bana bir veli (oğul) ver ki, o bana vâris olsun ve Al-i Ya’kub’a da vâris olsun…” [Meryem(19): 5-7]; “… Ve işte böylece Rabbin, seni (İmam olarak) ‘seçecek’, sana olayların te’vilini öğretecek ve daha önce iki atan olan İbrahim’e ve İshak’a ni’metini tamamladığı gibi, sana ve Al-i Ya’kub’a da ni’metini tamamlayacaktır…” [Yusuf(12): 6] ayet-i kerimeleri muvacehesinde konuya baktığımız zaman, Al-i Muhammed (as) olan Ehl-i Beyt (as)’in Resul-ü Ekrem (sav)’den sonraki imamet-hilafet ve veraset-i nübüvvet göreviyle açıkça seçilmiş oldukları, Hz. Hüseyn’in de (as) bu mirasçı esbattan biri olduğu anlaşılmaktadır…

“Her peygamberin, oniki naibi ve nakibi (halifesi) olduğu gibi, benim de, benden sonra, hepsi de Kureyş’ten çıkacak olan oniki naibim-halifem (ve emirim) olacaktır!… “[3] hadis-i şerifi ile de, bu oniki halifenin-imamın; Ehl-i Beyt’in ve Ben-i Haşim’in, en öz ve en asil kolunu oluşturduğu ve Arab kavminin öncüsü durumunda olan Kureyş’ten olacağı ve oniki ile sınırlı bulunacağı da açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır…

Böylece; Hanif dininin simgesi ve nebîler silsilesinin ceddi olan Hz. İbrahim’in evlatlarının (Ehl-i Beyti’nin, yani Al-i İbrahim’in) iki kol kanalıyla imamet misyonunu üstlenmiş bulunduklarını anlamış bulunuyoruz[4]. Ki, biri Hz. İshak vasıtasıyla oluşan Al-i Ya’kub; diğeri ise, Hz. İsmail’in neslinden zûhur edip oluşan Al-i Muhammed (as)’dir. Gerek kitab-ı mübin’in beyanı ile, gerekse, Resul-ü Ekrem (sav)’in ihbarı ve tarihin isbatıyla olsun, bunların tamamı hidayet yolunun imamları ve öncüleri olarak, İlâhî misyolarını ifâ ve icrâ etmişlerdir…

Resul-ü Ekrem (sav)’den sonra, ümmetin rehberliği görevini üstlenen Ehl-i Beyt (as); Yüce İslam’ın birer güneşi olarak, bütün çağları aydınlatmış, onların vesilesi ile insanlık, felâha ve necâta kavuşmuştur… İmam-ı Ali(as) ile başlayıp, Hz. Mehdi(as) ile noktalanacak ve kıyamete kadar etkinliğini sürdürecek olan imamet mektebi, Şehid-i Kerbela Eba Abdullah Hüseyn b. Ali (as) ile bambaşka ve özel bir özellik kazanmış, bununla da İmam Hüseyn (as), bu İlâhî ve nebevi yolun ve mektebin, âdeta simgesi haline gelmiştir…

“Hasan ve Hüseyn, cennet gençlerinin seyyidleridir!”[5]; “Hasan ve Hüseyn, benim ‘dünya’da kokladığım iki ‘reyhanım’dır!”[6] “Hasan ve Hüseyn’i seven, beni sevmiş olur; onlara kin tutan bana kin tutmuş olur!”[7] gibi… pek çok hadis-i şeriflerle de yüce makamları beyan edilmiş bulunan Hz. Hasan ile Hüseyn (as), Ehl-i Beyt-i Resulullah’ın (sav), oniki büyük güneşinden, önce tulu edenlerindendir…

Bu pâk Eimme-i Ma’sume’nin (as) sonuncusu, yani aherinlerin[8] öncüsü ise, İmam-ı Muntazar ve Sahib-i Zaman Hz. Mehdi (as)’dır…; Ahir zamanda, Şeriat-ı Muhammedîyye’yi (sav) tüm cihana hakim kılma ve onun hakim kılınmasına aracı olma İlâhî misyonunu deruhte edecek olan Hazret-i Mehdi (as), mustaz’af halkların, İlâhî bir ümit ışığı ve hidayet rehberi olacaktır. Ki; Kur’an-ı Kerim, konuya istihlaf ve veraset ayetleriyle işaret etmektedir:


[1] Benzeri ayetler için bakınız; [Bakara(2): 136,140; Al-i İmran(3):84; Nisa(4): 163];… Ayrıca; Esbat-ı Resulden Eimme-i Ma’sume dahi, on iki soy kolu olarak anılmaktadır. (Alevîyye, Hasaniyye, Hüseynîyye, Kazımîyye.. Nakavîyye.. gibi);…

[2] Müsned-i Ahmed: 4/172; Tirmizî: 6/308; İbn-i Mâce: 1/238;…

[3] Müslim(terc): 8/674-677; Tirmizî(terc): 4/86; Ebu Davud(terc): 5/89; Tecrid-i Sarih: 12/365; Müsned-i Ahmed: l/398,406;…ve bkz. Mukaddime 32′nolu dipnot…

[4] Hazret-i İbrahim (as)’in; “… (Ya Rabbi!) Benim zürriyetimden de (imamlar) kıl!…” duasının İlâhî bereketi olarak, Hazret-i İshak’tan Al-i Ya’kub kendi devirlerinde hidayet önderleri olmuş [Enbiya(21): 70-73]; Hazret-i İsmail’den de, Al-i Muhammed (sav) nevş-ü nemâ bulmuş, Resul-ü Ekrem’den sonra; Ehl-i Beyt namıyla, Eimme-i Hüda olarak, Din-i İslam’ın kemali [Maide(5): 3] ve tüm dinlere galibiyeti (Tevbe: 33; Feth: 28; Saf: 9) ve cihan-şümul hakimiyeti için vesile kılınmıştır…

Zira; Al-i Muhammed’in kökü olan Resul-ü Ekrem (as), Hatem’ün-Nebî (Ahzab: 40) olduğu ve kıyamete kadar, hükm-ü nübüvvetini fiilen Al-i Muhammed (as) vasıtasıyla icrâ edeceği açıktır. Rahmet’el-lil-âlemin (Enbiya: 107) oluşu da, bunu iktiza eder…

“Hiç şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e ‘salat’ etmektedir. Ey iman edenler! Siz de ona tam teslimiyetle salat-ü selam getirin!” (Ahzab: 56) Ayet-i kerimesi mucibince vacib olan salatın ta’rifini Resul-ü Ekrem (sav) şöyle yapmıştır:

“Sakın bana ‘kesik’ (yarım-kopuk) ‘salavat’ getirmeyin! Diye buyuran Resulullah’a (as): ‘Kesik salavat nedir?’ dediler. Resul-ü Ekrem: (Sadece) ‘Allahümme salli ala Muhammed!’ deyip durmanızdır, dedi. Ve şöyle devam etti: ‘(Tam olarak) salavatı böyle söyleyin: ‘Allahümme salli ala Muhammedin ve ala al-i Muhammed!’ (Yani: Ey Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ‘Ehl-i Beyt’ine salat eyle!…) Ve yine; Kim bir namaz kılar ve onda (o namazda) bana ve ‘Ehl-i Beyt’ime salavat getirmezse, o namaz ondan kabul olmaz!(Es’Savaik’ul-Muhrika: sah.: 87,139);

Başka ve meşhur olan rivayetlerde ise; “… Kema Salleyte ve Barekte Ala İbrahime ve Ala Ali İbrahime….” (…. İbrahime ve Al-i İbrahime ettiğin rahmet ve verdiğin bereket gibi…) ilavesi bulunmaktadır. [Müslim(Arapça): K. Salavat/65, 66, 69; (Tercüme): 3/125-135; Buharî: K. Enbiya/10; Zübdet’ül-Buharî. 585; Tecrid-i Sarih: 9/128; İbn-i Mâce: K. İkame/25; (Terc): 3/163-176; Neseî: K. Sehv/49, 50-54; (Terc): 3/67-75];..

Böylece; Al-i Muhammed’in yüceliği ve Al-i İbrahim ile olan İlâhî ilgi ve ilişkisinin köklü oluşu anlaşılmış olmaktadır…

[5] Tirmizî: K. Menakib/30; (Terc): 6/304, 312; İbn-i Mâce: Mukaddime/11; (Terc): 1/202-203; Müsned-i Ahmed: 3/3, 62, 64, 82; 5/391, 392; İslam Tarihi (Medine Dönemi-A. Koksal): 4/165;…

[6] Buharî: K. Fezail-i Sahabe/22; K. Edeb/18; Z. Buharî: 662-663; Tecrid-i Sarih: 9/396; Tirmizî: K. Menakib/30; (Terc): 6/305; Müsned-i Ahmed: 5/51; Kenz’ul-Ummal: 5/107; Zehebi-A’lâm: 3/189′dan; İslam Tarihi (A. Köksal): 4/165; Kerbela Faciası, sah.: 10.

[7] İbn-i Mâce: Mukaddime/11; (Terc): 1/237; İslam Tarihi (A. Köksal): 4/165; Kerbela Faciası: 9; Müsned-i Ahmed: 2/288;…

[8] “O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları ‘tezkiye’ eden ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamberi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten, açıkça bir sapıklık içinde idiler. Ve onlardan, henüz kendilerine ‘mülhak’ olmamış (ulaşıp-katılmamış) bulunan ‘aherinlere’ de.. (Aynı peygamberi gönderendir). Ve O (Allah), Aziz’dir, Hakim’dir.” (Cum’a: 2-3); Ayet-i kerimelerinde, Peygamber Efendimizin (as) ümmî ve evvelin olanlara da, sonradan gelecek olan aherinlere de peygamber olarak gönderilmiş olduğu belirtilmekte; böylece, iki ucun ortaları da hazfedilmiş olarak, geçiştirilmiş bulunmaktadır…

Devr-i Saadet’in, ümmîler olarak, diğer bazı nasslarda ise Sabıkın-i Evvelin (Tevbe: 100) diye bilindiği halde, henüz ulaşmamış olan Aherinlerin kimler? olduğu merak konusu olmuş, eshab tarafından bunun ısrarla sorulması üzerine, Resul-ü Ekrem (sav); ellerini yanında bulunan Selman-ı Farisî’nin (ra) dizine (veya omuzuna) vurarak: (… Onlar Selman’ın kavmidir!) Benliğimi elinde tutan Allah’a andolsun ki, ‘din’ Süreyya yıldızında olsa, Farisîlerden olan yiğitler muhakak ki ona ulaşacak, onu elde ede(rek, yeryüzüne indire)cektir!” (Buharî, İbn-i Ebi Hatim, Neseî ve İbn-i Cerir’den; İbn-i Kesir: 14/7879-7880; Tirmizî: K. Tefsir/62; (Terc): 5/412; 6/397; Müslim: K. Fezail’us-Sahabe: 59; (Terc): 10/476-477; Zübdet’ül- Buharî: 842; Tecrid-i Sarih: 11/200-201; El-Mizan: 19/269; Dürr’ül-Mensur: 6/215; Tefsir-Hâzin (M. Tefâsir’de): 6/258; (Nesefî, ‘Aherinleri’; “Evvelinlerin benzeri oldukları..” tarzında, tefsir etmiş: 6/258;..) bulunmaktadır!!!…..;

“…Eğer (Allah yolunda intakta bulunmaktan) yüz çevirirseniz, (Allah) sizin yerinize başka bir kavim getirir; sonra, onlar sizin emsaliniz de olmazlar!” Ayet-i kerimesi için olduğu gibi, daha evvel bahis konusu ettiğimiz Maide 54 (55 ve 56 da dahil) ayetlerinde de medh-ü senâ edilen toplumun (Aherinler olan) Farisîler olduğuna dair olan mezkûr hadis-i şerif, Resul-ü Ekrem (sav) tarafından, yine (aynen) beyan edilmiştir. (Bakınız; Hak Dini Kur’an Dili: 3/1719; Beyzavî: 2/304; Nesefî: 2/304; Tefsir-i Razî (terc): 9/110; İbn-i Kesir: 5/2388; 13/7313; El-Mizan: 5/367-401; 18/250; Mecma’ül-Beyan: 3/208; Tirmizî: 5/371; El-Mizan; Maide: 51-54′ü, ‘ahir zaman ve melahim’ ile tefsir etmiş, konuyla ilgili pek çok rivayetler nakletmiştir. Ki; Aherinler’in üstleneceği misyon zuhûr etmiş oluyor. İbn-i Kesir ise; Maide 55′teki, Hazret-i Ali’nin infakı üzerine, Resulullah’ın (as), tekbir getirmek suretiyle, “… Muhakkak ki galibiyet, Hizbullah olanlarındır!” (Maide: 56) Ayet-i kerimesini, yüksek sesle okuduğunu, naklediyor. Ki, böylece; Hazret-i Ali ve Ehl-i Beyt’i mutazammın bulunan mezkür ayetler, Hizbullah olan Aherinler’i de, yani Ahir zamanın (yani, günümüzün) Farisîlerini de İlâhî dairesinde (müştereken) mündemiç bulunuyor…

Bu İlâhî esrar ve letafettir ki; küllî Veraset-i Nübüvvet sırrı ile Evvelinlerin, müttaki ve müstakim olan kavmin imamı olarak, Hazret-i Ali; “… Bizim hizbimiz, Hizbullah’tır; Fie-i Bağiyye (Ben-i Ümeyye) ise ‘Hizbuşşeytan’dır!” buyurmuş (Es’Savaik: 142′den naklen, El-Müracaat: sah. 69, mektup: 6); O’nun oğlu ve Aherinler‘in şehadet aşıklarının imamı olan Hazret-i Ruhullah el-Humeynî de, “Milletin beklentisi, siz alimlerin ‘Hizbullah’ olmasıdır!” (Cihad-ı Ekber: 44) sözünü, cihan-şümul bir mektep haline getirmiş, vârisi olduğu Yüce Resul-ü Ekrem (sav)’in ve temsilcisi olduğu Ehl-i Beyt’in İlâhî hedeflerini gerçekleştirmiştir…

“Ümmetin misali, yağmur misalidir. Ki, evveli mi daha hayırlıdır, yoksa ahiri mi?.. bilinmez!” (Tirmizî: 5/17), Resul-ü Ekrem (sav):

–  “… Kardeşlerimizi görmüş olmayı çok arzu ederdim!” buyurdu. Ashab:

“Biz senin kardeşlerin değil miyiz? Ya Resulullah!”. Resulullah (sav) de:

–  “(Hayır!) “Siz benim ashabımsınız! Kardeşlerimiz ise, henüz gelmeyenlerdir!…” diye, buyurmuşlardır. (Müslim: 2/342);

“Arkanızdan öyle günler gelecek ki, o günlerde (islam’da) sabır, ateş közünü elde tutmak gibidir. O günlerde, (dinin ahkâmıyla ) amel edenlere ‘sizden’ elli kişinin sevabı kadar ecir verilecektir!..” (Tirmizî: 5/171-172); Hadis-i şerifleri, Aherinlerin’, içerisinde yaşamış bulundukları ve bulunacakları şartların ve atmosferin ne kadar olumsuz olduğunu, bundan dolayı da alacakları ecrin, elli sahabenin ecrine muadil olabileceğini tasrih etmekte, günümüz dünyasında, İnkılabî ve Hizbullahî mü’minlerin karşı karşıya bulundukları durum ve atmosfer de, mezkür hadislerin ihbarının gerçekleşmiş olduğunu, bir vâkıâ olarak isbat edip göstermektedir…

“Muhakkak ki İslam, ‘garib’ olarak başladı. Ve tekrar ‘garib’ olacaktır! Ne mutlu o gariblere!.” (İbn-i Mâce: 10/203-205; Müslim: 2/21-23; Müsned-i Ahmed: 1/184, 398;.. Cami’us-Sağir: 2/164; Tirmizî: 4/385-386);

Hadis-i şerifi de, ‘İslam İnkılabı’nın ve Hizbullahî müslümanların (Aherinlerin) her yönden olduğu gibi, gariblik cihetiyle de, ayine oldukları, Evvelinlerle (Sadr-ı İslam’la) benzeri pozisyona sahip bulunduğunu veciz bir şekilde ifade etmektedir…

Hem, ayrıca; Aherinler, asla İmamlarını yalnız bırakmamış, vahşet-engiz bir zamanda ve tüm dünya küfrüne karşı, ona ve Hükümet-i İslamîyye’ye gurbetlik acısını hissettirmemişlerdir. Sadr-ı İslam’da, İslamî toplumun ve tebaanın önemli bir kısmı, Resul-ü Ekrem (sav)’e, Emir’el-Mü’minin’e, Hasan ve Hüseyn (Aleyhimüsselam)’a bu vefakârlığı göstermemişler, bazı zamanlarda da, tam aksine, emsâli ender, (istisnaları dışında) müteselsil ihanetlerde bulunmuşlardır. Ki bunun, Aherinlerin İmamı olan Merhum İmam Humeynî (ra) tarafından ifade edilmiş olması, meselenin ehemmiyetini daha da tezyid etmektedir. (Bakınız; ‘İmam Humeynî (ra)’nin Siyasî-İlâhî Vasiyetnamesi (terc.): sahife: 37-38;… İlaahir!

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu