NEFSİ ARINDIRMAK…
NEFSİ ARINDIRMAK…
Peygamberlerin hedeflerinden biri, belki de en önemlisi, insanların nefislerini tezkiye ederek, arındırmak ve onları en güzel şekilde yetiştirmektir.
Allah-u Teâla Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
Andolsun ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki o) Onlara ayetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. [1]
Allah-u Teala, eğitim ve öğretime o kadar önem vermiş ki, bu iş için özellikle peygamberler göndererek kullarına lütufta bulunmuştur. İnsanın ferdî ve toplumsal kişiliği, dünyevî ve uhrevî saadet veya bedbahtlığı eğitim ve yaşam tarzına bağlı olduğundan kendini yetiştirmek, hayatî bir önem kazanmaktadır. Peygamberler, kendini yetiştirmenin, nefisleri eğitmenin, mükemmelleştirmenin yollarını insanlara öğretmek ve bu hayatî konuda önderlik edip onların yardımına koşmak, insanların nefislerini rezaletten, kötülükten ve hayvanî sıfatlardan temizleyip arındırmak, ahlâkî fazilet ve değerleri güçlendirmek, çirkin ahlâkı tanıtmak, nefsanî arzu ve istekleri kontrol etmek hususunda onlara yardımcı olmak; sakındırma ve korkutma yoluyla nefisleri kötülük ve çirkinliklerden temizlemek için gelmişlerdir.
Peygamberler, ahlâkî fazilet ve değerler fidanını nefislerde yetiştirmek, önderlik ve teşvik etmek vasıtasıyla onlara yardımcı olmak için geldiler.
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) buyuruyorlar ki:
Sizlere ahlâkî faziletleri tavsiye ediyorum, Allah-u Teala beni bunun için gönderdi. [2]
Başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır:
Ben ahlâkî faziletleri nefislerde tamamlamak için gönderildim. [3]
İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle bir hadis naklediliyor:
Allah-u Teala peygamberlerini ahlâkî değerler için seçmiştir. O halde her kim kendi nefsinde ahlâkî değerleri bulursa Allah-u Teala’ya bu büyük nimetinden dolayı şükretsin ve her kim de ahlâkî değerleri kendi nefsinde bulamazsa huzu ve huşu ile Allah-u Teala’ya yalvarıp yakararak, O’ndan ahlâkî değerleri kendisine vermesini istesin. [4]
Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki:
Cennetten ümidimiz kesilse ve cehennem ateşinden korkmasaydık, sevap ve azaba da inancımız olmasaydı, yine de ahlâkî değerleri aramamız gerekirdi; çünkü ahlâkî değerler bizi saadet ve kurtuluşa yöneltir. [5]
İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle buyurduğu naklediliyor:
Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı ahlâk açısından en güzel olanıdır. [6]
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor:
Kıyamet günü amel terazisine güzel ahlâktan daha üstün bir şey bırakılmaz. [7]
Hz. Resulullah (s.a.a) başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimin cennete girmesine sebep olacak en önemli şey ilâhî takva ve güzel ahlâktır. [8]
Adamın biri Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna vararak, “Ya Resulullah (s.a.a), din nedir?” diye sordu, Resulullah (s.a.a) “Güzel ahlâktır.” dediler. Adam, Resulullah’ın (s.a.a) sağına geçip tekrar: “Din nedir?” diye sordu, Resulullah yine: “Güzel ahlâktır.” buyurdular. Adam Peygamber’in sol tarafına geçip aynı soruyu sordu. Hz. Resul-ü Ekrem de: “Güzel ahlâktır.” cevabını verdiler. Adam bu defa Peygamber’in arkasından: “Din nedir?” diye sorunca Resulullah: “Anlamıyor musun? Din öfkelenmemekten ibarettir.” [9] diye buyurdular.
İslâm, ahlâka özel bir önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerim’de ahlâk hakkındaki ayetlerin sayısının, ahkâmla ilgili ayetlerden daha çok olması, Kur’ân’daki kıssa ve öykülerin bile genelde ahlâkî hedeflerinin olması, bunu göstermektedir. Hadis kitaplarında da ahlâk hakkında diğer konulardan hiç de az olmayan binlerce hadis bulabilirsiniz. Güzel ahlâk için verilen vaat ve sevaplar diğer ameller için zikredilen sevaplardan az olmadığı gibi kötü ahlâk için beyan edilen sakındırma ve cezalar da diğer günahlardan az değildir. İslâm’ın temelini oluşturan ahlâkî yapılanmayı dinî hükümler açısından ikinci derecede yer aldığını, sırf dindarların süsü ve güzelliği için bir vesile olduğunu söyleyemeyiz. Ahkâmda emir ve yasaklar varsa, ahlâkta da emir ve yasaklar vardır. Ahkâmda teşvik, rağbet, sevap veya sakındırma, korkutma ve ceza varsa, ahlâkta da bütün bunlar vardır. Öyleyse saadet ve kemale erişmek istiyorsak ahlâkî konulara karşı ilgisiz olamayız. Ahlâkî farzları, ahlâkî farzlar olmaları bahanesiyle görmezlikten gelemeyiz ve ahlâkî yasakları ahlâkî haramlar oldukları bahanesiyle küçümseyemeyiz.
Namaz farzdır, onu terk etmek haramdır ve cezası da vardır. Sözünde durmak farz; sözünde durmamak ise haramdır ve cezası vardır. Ne fark eder?! Gerçek dindar saadete erişmiş kimse, hem fıkhî mükellefiyetlerine hem de ahlâkî kurallara bağlı olan kimsedir. Hatta ilerde de belirteceğimiz gibi ahlâk, manevî ve nefsî kemale ulaştırma yolunda çaba harcayarak, saadete kavuşmada daha fazla ehemmiyet taşımaktadır.
[1]- Âl-i İmran/164. [2]- Bihar’ul-Envar, c.69, s.375. [3]- Müstedrek’u-l Vesail, c.2, s.282. [4]- Müstedrek’u-l Vesail, c.2, s.283. [5]- Müstedrek’u-l Vesail, c.2, s.282. [6]- Usul-i Kâfi, c.2, s.99. [7]- Usul-i Kâfi, c.2, s.99. [8]- Usul-i Kâfi, c.2, s.100. [9]- Mehaccet’ü-l Beyza, c.5, s.89.