Ehl-i BeytKur'an'da Ehl-i Beyt

Velayet (Hizbullah) Ayetleri

“Velayet (Hizbullah) Ayetleri” :

a-) “Sizin veliniz; (evvel) Allah, sonra Resulü, sonra da o iman etmiş olanlardır ki, namazı ikame ederler ve rükû halinde (bile) zekat verirler!…” [Maide(5): 55][1]:

Ayette geçen veliyyüküm‘ün ahiri olan ‘rükû halinde iken zekat veren mü’minler‘den maksatın İmam-ı Ali (as) olduğu, zira; rükûda iken mescide giren bir dilenciye parmağındaki yüzüğü uzatarak verdiği, bunun üzerine de bu ayetin nazil olduğu bilinmektedir[2]

Bu ayetin sibakı olan şu ayet-i kerime dahi, konuyla alâkadardır:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki:) Allah, onun yerine öyle bir kavim getirecek ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler! Mü’minlere karşı boyunları eğik, kâfirlere karşı izzetli! (Başlan ‘dimdik!’ olup) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın fazlıdır ki onu, dilediğine verir. Ve Allah, Vasi’dir, Alim’dir!…” [Maide(5): 54][3]

Mezkûr ayetin siyâkı olan aşağıdaki ayet-i kerime ise, daha da açık ve net bir özellik taşımaktadır:

“Kim Allah’ı, Resul’ünü ve iman edenleri ‘veli’ edinirse (bilsin ki:) galip gelecek olanlar ‘Hizbullah’ olanlardır!…” [Maide(5): 56][4];

b-) “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler (nankörler) topluluğuna hidayet etmez!” [Maide(5): 67]

Veda Haccı dönüşünde, Cuhfe mevkiinde ve Ğadir-i Hum vadisinde nazil olan bu ayet-i kerime üzerine, Resullulah (sav), dağınık halde bulunan yüzbinin üzerindeki sahabe topluluğunu toplayarak bir hutbe irâd etmiştir[5]. Ğadir-i Hum günü denen ve Ehl-i Beyt tarafından bayram olarak kabul edilen bu günde, Resul-ü Ekrem (as), ezcümle şöyle buyurmuştur:

“… Sizin mevlanız (veliniz) kimdir? Eshabı ise; ‘Bizim velilerimiz Allah ve Resulü’dür!’ diye cevap verdi. Peygamberimiz (as) de: ‘Ey insanlar’. Benim, mü’minlere öz nefislerinden önce geldiğimi!…[6] biliyorsunuz, değil mi?…’ diye sordu. Onlar: ‘Evet!’ dediler.. Bunun üzerine, Resul-ü Ekrem (as), Hz. Ali (as)’nin elinden tutup: ‘İşte, ben kimin mevlası isem, Ali de O’nun ‘mevlası ‘dır! Allah ‘ım!; ona dost olana dost ol!.. Düşman olana da düşman ol!… Ona yardım edene yardım et!…’ diyerek, Allah’a yalvardı. Ömer bin Hattab, Hz. Ali ile karşılaşınca: ‘Ey İbn-i Ebi Talib! Ne mutlu sana!… Sen, sabahladığında da, akşamladığında da erkek ve kadın bütün mü’minlerin mevlasısın!’ diyerek onu (Hz. Ali’yi) kutladı!”…[7]

Yüzbinden fazla büyük bir topluluğun huzurunda irâd edilen ve eşi ender bir mütevatir haber olan bu mübarek hadis-i şerif, maalesef ümmetin çok büyük kesimi tarafından göz ardı edilmiş, hiç değilse te’vil yoluyla gerçek anlamından ve mecrasından saptırılmaya çalışılmıştır.[8]


[1] Bu ayet-i kerime, konunun ekseni durumundadır. Zira; sibakı olan Maide 54 ile, siyakı olan Maide 56′nın gerçek anlamlan bu ayetle netlik kazanmaktadır Bu ayette geçen “… mü’min olan!., velinizin..” kim olduğu?… sabit olursa, Maide: 54 ve 56′ının, hatta Maide: 67′nin de anlamı, sarahat kazanmış olacaktır. Ki, bu da, bir sonraki dipnotta izah edilecektir…

[2] Müfessirlerin pek çoğunda bulunan mezhebî-kavmî-siyasî taassub veya gaflet, sarih olan bu ayet-i kerimenin yüce anlamlarını muğlak, girift-mübhem ve soyut duruma sokmaya ramak bırakmış, fakat Va’d-i İlâhî gereği korunmuş olan Yüce Kitab-ı Kerim’in bu ayet-i kerimesinin de gerçek anlamı, yine ehl-i taassubca intak-ı hak kabilinden itiraf edilme durumuyla karşı karşıya gelinilmiştir. Örneğin;

Ata, İbn-i Abbas’dan, bu ayetin Ali İbn Ebi Talib (as) hakkında nazil olduğunu söylemiştir ve, keza..;

“Abdullah İbn Selam şöyle demiştir: ‘Bu ayet nazil olunca, ‘Ya Resulullah, ben Ali ‘yi, rükûda iken, yüzüğünü bir fakire tasadduk ederken gördüm.. Onun için biz onu, ‘Veliyy’ ediniriz, dedim….’ Ebu Zerr (ra) ‘den de şöyle rivayet edilmiştir: ‘Bir gün, Allah’ın Resulü’yle beraber öğlen namazını kılıyordum. Derken, bir dilenci mescidde olanlardan bir şeyler istedi. Ama ona, hiç kimse bir şey vermedi. Bunun üzerine dilenci, elini göğe kaldırarak, ‘Allah’ım şahid ol! Ben, Resulullah’ın mescidinde bir şeyler istedim de, hiç kimse bana bir şey vermedi..’ dedi. Hazret-i Ali de rükû halindeydi. Bunun üzerine O, dilenciye serçe parmağını gösterdi, o parmağında bir yüzük vardı.. Bunun üzerine dilenci, Hz. Ali’ye doğru yönelerek, Hazret-i Peygamber’in gözü önünde yüzüğü çıkarıp aldı. Bunun üzerine, Hazret-i Peygamber: ‘Allah’ım kardeşim Musa, senden dilekte bulunarak, ‘Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver… Benim ‘ehlim’den bana bir ‘vezir’ (yardımcı) lutfet; kardeşim Harun’u!.. Onunla arkamı kuvvetlendir!!…Ve onu ‘emr’imde (işlerimde-sorumluluklarımda) bana ortak kıl..’ (Tâ-hâ: 25-32) demişti;.. Sen de, ‘Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet vereceğiz ki…’ (Kasası 35) buyuran ayeti indirmiştin… Allah’ım! Senin, nebin ve safiyyin -şeçkin-Muhammed, diyorum ki: ‘Benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Bana, ehlimden Ali’yi ‘vezir’ yap, onunla sırtımı kuvvetlendir!!!…’ demiştir. Ebu Zerr (ra) şöyle devam etmektedir: ‘Allah’ın Resulü (as) sözünü henüz tamamlamamıştı ki, Cibril (as) inerek ‘İnnema veliyyüküm’ül-lahü ve Resulühü’ [Maide(5): 55] ayetini oku! dedi… ” (Fahri Razî, Mefatihül-Gayb (terc): 9/119-120) (Fakat, gel gör ki, kör taassub ve inat bu derece ilim ehli olan zevatı da kuşatmış, çocukların bile tevessül edemeyeceği indî-hissî ve gayr-ı ilmî te’vil-yorum-iddia, hatta ithamlara kendilerini sevk etmiştir.Ki; bunları bahis konusu edinmek bile utanç verici olmaktadır…);…

İbn-i Kesir dahi, “… Sizin veliniz ancak Allah’tır ve O’nun Resulü’dUr ve namaz kılan ve rükû halinde iken zekat veren mü’minlerdir!” [Maide(5): 55] Ayet-i kerimesinin, Hazret-i Ali’nin (as), rükû halinde iken dilenciye verdiği yüzük üzerine nazil olduğunu söylemiş, İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatim, İbn-i Merdüyeh vesaireden tam on adet hadis rivayet etmiş. (Bkz. İbn-i Kesir (terc): 5/2387-2388) Buna rağmen, ayetin anlamını, hakkında hiçbir delil ve hüccet bulunmayan yönlere çekmek istemiştir.

İmam Suyutî, ‘İbn-i Abbas’tan ittifakla rivayet edilmiştir ki; Ali bin Ebi Talib, ‘tatavvu namazı’nda iken rükû halinde gelen bir fakire yüzüğünü verdiğinden dolayı Maide: 55. ayet-i kerimesi nazil olmuştur…” diye konuyu özetlemiştir. (Bkz. Dürr’ül Mensur: 2/293);

İmam Zemahşerî, Keşşaf: 1/649′ da, mezkûr ayet-i kerimenin esbab-ı nüzulü olarak, Hz. Ali’nin rükû halinde iken yüzük verişini belirtmiş, tefsirin sarihi ise; 1 nolu dipnotta, Hakim’den, İbn-i Ebi Hatim’den, İbn-i Meduyeh’ten, Taberanî’den, vesaireden konuyu te’yid eden hadisler rivayet etmiştir…

Elmalılı Hamdi Yazır dahi, esbab-ı nüzul olarak Hz. Ali’nin (as) rükû halinde iken yüzüğü dilenciye vermesini esas almıştır.. Hak Dini Kur’an Dili.: 3/1721;

El-Mizan: 6/5-25′te ayetin esbab-ı nüzulü ve gerçek anlamı, münakaşa edilmiş; muvafık ve muhalif tüm kavilleri ve nazariyeleri söz konusu edilerek, konunun Hazret-i Ali (as) ile alâkalı olduğunu ve ayet-kerimenin nüzul sebebinin o olduğunu, vasıflarıyla beraber isbat etmiş bulunmaktadır.

‘Bir isbat, binlerce nefye müreccahtır!’ fehvasınca, ayet-i kerimenin nüzul sebebinin Hz. Ali ile alâkalı olduğu, pek çok sağlam kanallardan gelmiş, bu rivayetlere zıt ve başka bir vechi, isbat edici bir kavil, hiçbir muhalif tarafından sevk edilememiştir. Bu da, muhalif iddiaların butlaniyetini isbat eder. Mesela; rü’yet-i hilal iki adil şahid ile sabit olur; binlerce kişinin nefyi ve inkarı, bu sübutu asla nakzedemez… Zira; nefyin, akıl ve şeriat nezdinde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Ancak; yeni ve ayrı-daha güçlü bir isbat gerekir ki, eski hükmü iptal edebilsin…

Tadat edilen ve daha da edilebilecek olan hakikatler, mezkûr Maide 55. ayet-i kerimesinin Hz, Ali hakkında vârid olduğunu göstermektedir! Ki; “Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir; Ali her mü’minin mevlasıdır!…” (Tirmizî: 6/266; İbn-i Mâce: 1/197, 210; Müsned-i Ahmed: 1/84; 4/281; 5/347) hadis-i şeriflerinde geçen her mü’minin velisi ifadesi ayetteki veliyyükümün açıkça tebyinidir.

Bazı hadislerde geçen mevla (mevlahü-mevlaküm) kelimeleri de aynı anlamı taşımaktadır. Bununla beraber, tevafukat-ı garibeden olarak; Abdullah İbn-i Mesud’un (ra), mezkûr ayetteki veliyyüküm lafzını, mevlaküm diye kıraat ettiği de rivayet edilmektedir. [Bkz.; Mefatih’ül-Ğayb (terc.): 9/127]… Bu (farklı) kıraatle de, hadis-i şeriflerde Hazret-i Ali (as) için vârid olan ‘.. veliyyüküm..’ ve ‘..mevlaküm..’ ibarelerinin ve tavsifatının, Maide 55′te (ikinci kıraat türü ile birlikte) müştereken mündemiç bulunduğu anlaşılmış olmaktadır…

[3] “Denildi ki; bunlar İranlılardır. Rivayete göre, Hz.Peygambere bu ayet sorulduğunda, elini Selman-ı Farisî’nin omuzuna vurarak, ‘İşte bu, onun akrabalarıdır, demiştir. Sonra; ‘Eğer din, süreyya yıldızına asılmış olsaydı, ona Farisî yiğitler ulaşırdı’, buyurmuştur… Denildi ki; burada söz konusu edilenler, Mü’minlerin Emiri Ali ve arkadaşlarıdır. Onlar, döneklerle ve asilerle savaştıkları zaman bu vasfı kazanmışlardır. Ki, bu rivayet Ammar, Huzeyfe ve İbn-i Abbas’dan menkuldür. Ebu Ca’fer ve Ebu Abdullah’dan da rivayet edilen budur! Hazreti Peygamber’in (as), Hz. Ali’yi, ayette zikredilen sıfatlarla tavsif etmesi de bu görüşü desteklemektedir…” (Mecma-ul-Beyan: 3/208); burada bahsedilen müşterek sıfatlar – vasıflar, şu hadis-i şeriflerde beyan buyurulmaktadır:

“…(Hayber fethi için ..) Yarın sancağı öyle bir ere vereceğim ki, Allah ve Allah’ın Resulü, Onu sever ../.. O da Allah’ı ve Allah’ın Resulü’nü sever!…” (Müsned-i Ahmed: 5/353; Müslim: K.Fedail 1/4 (terc): 10/249; Tabakat-i İbn-i Sa’d: 2/111; İbn-i Esir (terc): 2/205; Tarih-i Taberî: 3/93; İbn-i Hişam: 3/349; (terc): 3/462; İbn-i Mâce (terc): 1/200;…); “Sen Allah’ı ve Resulü’nü seven, Allah ve Resulü tarafından da sevilen bir adam (Ali) hakkında ne dersin?…” (Tirmizî (terc): 6/267, 276-277); “Allah ve Resulü’nün en çok sevdiği Ali’dir…” (Bakınız; Tirmizî: 6/273, 361, 364); “Ali’yi ancak mü’minler sever, ancak münafık olanlar ona buğzeder..” (Bakınız: İbn-i; Mâce (terc): 1/192; Müslim (terc): 1/346; Tirmizî: 6/270, 282);… İlaahir…

İşte; bu hadis-i şerifler ile Maide 54. ayet-i kelimesindeki ortak nokta ve vasıf görüleceği gibi; “Allah’ın onu çok sevdiği, onun da Allah’ı çok sevdiği” vasfı ve özelliğidir… Bu kafi gerçek, mezkûr ayet-i kerimenin, İmam Ali (as) ve şanlı etbaı olan gerçek-muvahhid mü’minler hakkında nazil olmuş olduğunu, kezâ te’yid etmiş olmaktadır. Tabiî ki bunun, hükmün umumî olmasına mani olmadığı-olamayacağı da izahtan varestedir…

“…Diğer alimler ise, bu kavmin Farslılar (İranlılar) olduğunu söylemişlerdir. Çünkü rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (as)’e bu ayet sorulduğu zaman, O, eliyle Selman-ı Farisî’nin (ra) omuzuna vurmuş ve ‘Bu kavim, bu ve bunun arkadaşlarıdır!’ diyerek, “Eğer din Süreyya yıldızına asılı olsa dahi, Farisîlerden bazı yiğitler onu alacaklardır…” (Buharî: K. Tefsir/Cum’a; Zübde: 840; Tecrid: 11/200-201; Tefsir-i Razî: (terc): 9/110; Hak Dini Kur’an Dili: 3/1719);…

“…Diğer bir kısım alimler ise, bu ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, şu iki husus buna delalet etmektedir: a-) Hazret-i Peygamber (sav) Hayber günü, sancağı Hz. Ali’ye verdiği zaman, “Andolsun, yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, o, Allah’ı ve Resul’ü sever, Allah ve Resulü de onu sever!” demiştir. Ki, ayette zikredilen sıfat işte bu sıfattır, b-) Allah-u Teâla (cc), bundan sonra (Maide: 55′te), “Sizin veliniz, ancak Allah’tır, O’nun Resulü’dür ve namazı ikame eden ve rükû halinde iken zekat veren mü’minlerdir.” Buyurmuştur. Bu ayet, Hz. Ali hakkındadır. Binaenaleyh; bundan önceki ayetin de onun hakkında olması daha uygundur!… demişlerdir.” (Mefatih’ül-Ğayb, Fahri Razî: 9/110);…

Daha önceki 3′nolu dipnotta işaret ettiğimiz gibi; Maide 55. ayeti, bir önceki ve bir sonraki (Maide 54 ve 56′ya, hatta, Maide 67′ye de) merkez ve eksen ayet hükmündedir. Bu ayetler onun anlamıyla irtibatlı olup, hep beraber bütünlük arzetmektedirler. 4′nolu dipnotta da, o ayetin, “Rükû halinde iken zekat veren mü’minler, sizin velinizdir!‘ (Maide: 55) ayetinin de, Hz. Ali hakkında olduğu güneş gibi isbatlanmıştır. O takdirde, o ayetin Sibakı olan (Maide: 54) ile Siyâkı olan (Maide: 56)’nın dahi, aynı hükümde olduğu-olacağı açıktır… Yine de, ayrı delillerle takviye edilmesinin faydalı olacağı mülahazasıyla, bunları tadat etmiş bulunduk…

Ayrıca; bu (Maide: 54) ayetin Farisîlerle alâkalı., ve onlara taalluk eden vechi dahi, Hz. Ali’ye taalluk eden veçhiyle tearuz halinde değil, aksine tetabuk halindedir. Zira; a-) Selman-ı Farisî, Hz. Ali’nin etbaındandır. b-) Selman-ı Farisî’nin kavmi olan Farisîler-İranlılar, yaptıkları İslam İnkılabı ile ve Ehl-i Beyt Mektebini de ihya etmeleriyle, kezâ yine ayet, Hz. Ali’ye müteveccih geniş taallukatını izhar etmiş, daha da genişletmiştir…

[4] Daha önce geçmiş olan; “Sizin ‘veliniz’, ancak Allah’tır, O’nun ResulU’dür ve namazı ikame eden ve ‘rükû’ halindeyken zekat veren mü’minlerdir!” (Maide: 55) ayet-i kerimesini ve onunla ilgili verdiğimiz (kısa da olsa) ma’lumatları göz önüne alarak bu ayete (Maide: 56′ya) atf-ı nazar edilmelidir: “Kim ki Allah’ı, O’nun Resulü’nü ve mü’minieri veli edinirse, muhakkak ki onlar, galip gelecek olan ‘Hizbullah’tır!” (Maide: 56)…

Dikkat edilirse, İslam toplumuna, velileri önceki ayette hatırlatılmakta; bu son ayette de, kendilerinin de onları veliler edinmesi tavsiye edilmekte, Onlar’ı, yani Allah’ı, Resulü’nü ve rükû halindeyken zekat veren mü’min kimseyi veli edinenler ise, galip olacak Hizbullah diye vasıflandırmaktadır…

Konuyu biraz daha netleştirecek olursak, mezkûr ayetler âdeta şöyle demektedir: “Ey iman edenler! Sizin veliniz, yani dert ortağınız, başvuru kaynağınız, himayeciniz ve yardımcınız Allah’tır ve O’nun Resulü’dür ve (sizin de şahid olduğunuz) namazı ikame eden ve rükû halindeyken zekat veren mü’min kimsedir. O halde onlar nasıl sizi veli edinmiş ise, siz de nankörlük yapmayın-vefa ve sadakat örneği olun da, başkalarını değil, ancak onları ‘kendinize veliler’ edinin. İşte sizlerden her kim ki böyle vefakârlık gösterir de, Allah’ı ve Resulü’nü ve rükû halindeyken bile sizin fakirlerinizi ‘sahiplenen’, onun dert ortağı olan şu hassas-fedakâr mü’mini ve emsâllerini-tabilerini veliler edinirse, işte onlar (nefis-şeytan-heva ve hevesat ve her türlü düşmanlara karşı izzet-i İslamîyye’yi korumayı şiar edinen) her dem galib olmaya namzet olan Hizbullah’tır!…” Ki bu husus; Maide 51. ayetten Maide 56′ya kadar, Mücadele 14. ayetten, 22. ayete kadarki kısımlarda, tüm boyutlarıyla tafsil edilmekte; Nisa 58. ve 59. ayet-i kerimeleriyle ve benzerleriyle köklü siyasî-ictimaî zeminlere oturtulmaktadır… Hz. Ali’nin ve sair eimmenin bu konuda öncelik hakkını haiz bulunduğu, daha evvelki ayetlerin esbab-ı nüzulü, anlamları ve onların tefsiri-tafsili sadedinde bulunan pek çok hadislerle isbatlanmış olduğundan, tekrarı zâid olacaktır…

Burada yeri gelmişken şunu da arz edelim ki; Maide 55′teki rükû halindeyken zekat verilme olayı, geniş tahlil isteyen bir konudur. Fiilî-umumî velayetin tezahürüyle alâkalı çok önemli olan bu konu hususunda şu kadarını ifade edelim ki;

Ümmetin mutlak ve umumî velayetini hâiz bulunan Resul-ü Ekrem (sav)’in, bu misyonu din, akıl, mal, can ve nesil emniyeti etrafında icra etmekte olduğu ma’lumdur. Böyle bir misyona sahib olan Resul-ü Ekrem (sav)’in, her boyutlu ve fonksiyonlu merkezine, karar ve hareket karargâhına, yani Mescid-i Nebevîyye‘ye, Tebaa‘dan ehl-i ilhah bir sâil (dilenci) geliyor!.. Yüce Resul’ün (sav) ve tüm erkan ve etbaın hazır olduğu bir saatte, yüksek sesle ve ısrarla bir şeyler istiyor. Hiçbir şeye (o anda) sahib bulunmayan velayet-i amme sahibi olan Yüce Resul (sav), içi buruk-gönlü mahzun ve gözü nemli bir halde bu durumu seyrediyor ve başka kimseden de çıt çıkmayınca, sâil, ellerini göğe kaldırıp; “Şahid ol Ya Rabbi! Resulü’nün mescidine geldim, halimi arzettim de hiç kimseden bir yardım ve sadra şifa olacak bir karşılık göremedim! Halimi sana arzediyor, bunları da sana şikayet ediyorum!…şeklindeki duygularının bir kısmını dile getiriyor ve bunu, dost-düşman; avam-havas hazırûnun tamamı duyuyor!.. Ve; ümmetin-tebaanın derdini halletme yükümlülüğü ve sorumluluğunu, kalbinin en derinliklerinde hisseden şefkat ve merhamet timsâli olan Resul-ü Ekrem de, bu manzaraya, sadece seyirci kalma zorunda kalıyor. İşte; bu hengâmede, kendisi ve ailesi muhtaç durumda bulunan Hazret-i Ali, nafile namazın rükûunda iken (acilen) bu müşkilatı, parmağındaki yüzük ile hallediyor. Böylece; dilencinin hem sesi, hem de şikayeti kesiliyor. Ve sâili, o duruma sürükleyen derdi ve ihtiyacı giderilmiş oluyor. Bu da, düşmanların (gizli münafıkların) muhtemel menfî propagandalarını akamete uğratmayı, Yüce Resul’ü ve sair gerçek mü’minleri de memnun ve dil-şâd etmeyi intac ediyor…

Bu konuyu biraz daha derinleştirirsek, meselenin önemi daha iyi anlaşılmış olur.

Dilenci, tabiatıyla çok muzdar bir durumda olduğunu göstermiştir. Fakirlikten de öte, açlık hususu mevzu bahis olmaktadır. “Fakirliğin küfre yakın, hatta eş değerde” olduğuna dair bir kısım hadislerin vârid olduğu göz önüne alınınca, açlığın ne derece bir vehâmet arzedeceği ma’lumdur. Bu durum da, kesinkes din, akıl, mal, can ve nesil güvenliğini tehlikeye atacaktır. Zira, kişinin, dinî hayatı aksayacak, imanî za’fiyeti oranında bu tehlike daha da artacaktır. Kezâ, kişinin sağlam ve sıhhatli bir aklî melekeye sahib olması mümkün olmayacak, toplumun mal güvenliği de ister istemez sarsılacaktır. Aç kimsenin canı sıhhatte bulunamayacağı gibi, başkasının da can güvenliği açısından menfî sonuçlar doğuracaktır. Aynı menfilik, çok boyutlu olarak nesil emniyeti için de söz konusu olacaktır…

Bütün bu menfiliklerin, Yüce Resul’ün (sav) ilgi ve görev alanı ile, maddî ve manevî yönden ne derece alâkalı ve iç içe olduğu keza, izahtan varestedir…

Gizli ve açık düşmanların aleyhte propagandalarının boyutları da göz ardı edilmemelidir. İslamî yönetimin-hükümetin başı olan bir Zat’ın (as), alenen kendisine ve tüm erkanına başvuran bir dilencinin çok cüz’î bir ihtiyacını dahi temin edememesi, derdine çözüm bulamaması, kendi tebaalarını yüz üstü ve perişan durumda bırakacağı.. gibi, yıkıcı propagandaların, cahil halk nezdinde ne derece menfî etki yapacağı, samimi mü’minleri de ne kadar kedere ve hüzne garkedeceği kesindir!.. Ve hakezâ!…

İşte; ferdî bir dilencilikten ziyade, (alenî ve direkt başvuru olması gibi., sâiklerle) siyasî-ictimaî ağırlıklı olan bu müşkilatm, Velayet-i Amme (Yüce Resul’ün mükellifiyeti) adına ve ona niyabeten hareket eden Hazret-i Ali’nin bu misyonu, işte nazil olan ve Velayet ve Hizbullah ayetleri olarak bilinen Maide 55. ve 56. ayet-i kerimeleri; ve onların sibakı olan Maide 54. ayeti ile, Allah-u Teâla (cc) tarafından tescil edilmiş bulunmaktadır. Ki, akl-ı selim sahibi olan muttaki ve muvahhid mü’minler, bu İlâhî yol göstericiliği nazar-ı itibara almalı, gayet hassasiyetle ona layık olmanın yollarını aramalıdır, ve’s-selam… Tekrar sadede geliyor, şu kaynakları da kaydetmeyi faydalı buluyoruz:

İmam Suyutî, “… Muhakkak ki galib olacak olan, Hizbullah olanlardır!” [Maide(5): 56] Ayet-i kerimesinin de (sibakıyla), Hz. Ali hakkında indirilmiş olduğunu ifade etmektedir. (Dürr’ül Mensur: 2/294);…

“…Rükû halindeyken zekat verenler, sizin velinizdir!” [Maide(5): 55] Ayet-i kerimesinde olaya vakıf olan Resul-ü Ekrem (as), Hz. Ali’nin böyle bir infakı yaptığını öğrenince;.. “Her kim ki Allah’ı, O’nun Resulü’nü ve mü’minleri ‘veli’ edinirse, galib gelecek olan Hizbullah olanlardır!…” [Maide(5): 56] Ayetini terennüm etmiştir..” (Bkz.; İbn-i Kesir: 5/2388);

“Bizzat Hz. Ali, okuduğu bir hutbesinde; ‘Necipler biziz. ‘Hizbullah’ biziz.. Bize saldıranlar ise, ‘Hizbuşşeytan’dır.. Bizleri düşmanlarımızla bir tutanlar ise, bizden değildir…” (El-Müracaat: 6.mektup) buyurmuştur. Ki bu kadarı, şimdilik kâfidir, İnşaallah…

[5] Bakınız; Dürr’ül Mensur: 2/298; İbn-i Kesir (terc.): 12/6525; 13/7100; Müsned-i Ahmed: 4/367, 368-372; İslam Tarihi (A. Koksal): 10/312; Müslim: 4/1873;…

[6] “Peygamber, mü’minler için kendi nefislerinden daha evladır…” [Ahzab(33): 6] Ayet-i kerimesine telmihen; Müsned-i Ahmed: 4/281; İbn-i Mâce(terc.): 1/196;…

[7] Tirmizî: Menakib/19; (Terc): 6/267; îbn-i Mâce: Mukaddime/11; (Terc); 1/197,210; Keşf ül-Hafa: 2/274; Müsned-i Ahmed: 1/84, 118, 119, 152, 321; 4/281, 368, 370, 372; 5/347, 366, 419; Dürr’ül Mensur: 2/293; İbn-i Kesir: 12/6525; 13/7100; Mefatih’ul-Ğayb (terc): 9/157; İslam Tarihi (A: Koksal): 10/313;…

[8] “Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da, gerçekten biziz!” [Hicr(15): 9] Ayet-i kerimesi ile, tahriften korunmuş bulunan Yüce Kur’an-ı Kerim’in bir kısım ayetleri, zaman zaman bazı zevat tarafından (bilerek veya bilmeyerek) mana / anlam tahrifine (te’vil yoluyla) uğramış, bundan dolayı da korunmuş olan Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetleri, ya anlaşılmayan-muğlak-mübhem duruma getirilmiş, ya da tam ters ve yanlış istikamete çevrilmiştir…

“Mevedded, Velayet, Tathir, Kıyam, Kevser, Emanet, Ulu’l-Emr, Eimme-i Hûda” gibi.. daha bir çok ayetler, bunun küçük birer örnekleridir… Hatta, bir kısmını, Resul-ü Ekrem (sav) doğrudan doğruya tefsir ettiği ve ‘Bu ayet, şu konu hakkındadır!’ dediği ve bunu da ısrarla belirttiği halde, yine de kastedilen İlâhî anlamı kabule bazı insanlar (o da önde gelen bir kısım ulema) bir türlü yanaşmamış, değişik taktiklerle ve mantık oyunlarıyla, yanlış yolda yürümeye devam etmişlerdir…

“De ki: Eğer siz, Allah’ı seviyorsanız, bana ittiba edin. Ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret etsin! Allah Ğafur’dur, Rahim’dir. De ki: Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, kâfirleri (nankörleri) sevmez!” [Al-i lmran(3): 31-32];

“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için, kendi işlerinde (bile) seçim hakları yoktur…” (Ahzab: 36); “…Peygamber size ne verirse artık onu alın; sizi neden nehyederse, ondan uzak durun!…” (Haşr: 7) gibi.. nice ayet-i kerimeler, o kadar ikaz ettiği ve tehditlerde bulunduğu halde!…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu